1996 yazında, İstanbul’un göz kamaştıran manzarasına sahip bir evde Banu Alkan, Yeşilçam’ın en ünlü yıldızlarından biri olarak hayatına devam ediyordu. Banu Alkan, hem güzelliği hem de yetenekleriyle Türk sinemasının “Afroditi” olarak anılıyordu. Ancak bu gün, sıradan bir gün olmayacaktı.
Banu Alkan’ın evinde ünlü hipnozcu Esin Uzeri, bu sefer bambaşka bir deneyim için hazır bulunuyordu. Uzeri, hipnoz konusundaki yetenekleriyle tanınmış ve birçok ünlü isimle çalışmıştı. Alkan’ın hayatına dair merak edilen çok şey vardı ve Esin Uzeri’nin seansı, izleyicilerin ilgisini çekmekteydi. Uzeri, hipnoz aracılığıyla Banu Alkan’ı zamanda yolculuğa çıkaracak ve onun geçmişteki bir yaşamında “Mısır Kraliçesi Nefertiti” olduğunu iddia edecekti.
Ev, İstanbul Boğazı’nın eşsiz manzarasına karşı konumlanmış, şık bir şekilde dekore edilmişti. Banu Alkan, rahat bir ortam yaratmak için her detayı düşünmüştü. Salonda, lamba ışıkları hafifçe loş, yumuşak müzik eşliğinde sakin bir atmosfer oluşturulmuştu. Uzeri, Alkan’a doğru yaklaşarak, derin bir nefes almasını ve rahatlamasını istedi.
Seans başladı. Uzeri, Alkan’ı hipnoz etmek için ses tonunu yavaşlatıp derinleştirerek, onu trans haline sokmaya çalıştı. Banu Alkan, gözlerini kapatırken, Uzeri’nin sesi adeta bir melodi gibi zihninde yankılandı. Kısa bir süre içinde, Alkan derin bir rahatlama hissetti. Zaman ve mekan algısı kaybolmaya başlamıştı.
Uzeri, Alkan’ın zihninde geçmiş yaşamlarına dair bir kapı açtı. Bu sırada Alkan, kendisini Mısır’ın büyüleyici atmosferinde buldu. Gözlerini kapattığında, sarayının büyük, zarif duvarları arasında yürüdüğünü hayal etti. Kendini Nefertiti olarak tanımlamaya başladı; kocası Kral Akhenaton ile birlikte Mısır’ın en güçlü kadınlarından biri olarak hüküm sürdüğünü hissetti. Sırtında ağır, altın işlemeli bir elbise, başında ise Nefertiti’nin simgesi olan zarif bir taç vardı.
Hipnoz sırasında, Uzeri Alkan’a Nefertiti’nin yaşamına dair sorular sordu. Alkan, gözlerinin önünde canlanan görüntülerle, geçmişteki ilişkilerini, yaşadığı zorlukları ve kraliyet hayatının getirdiği sorumlulukları detaylıca anlattı. Bu süreçte, onun ses tonu ve ifadesi, kendisine ait olmayan bir geçmişi yaşamanın verdiği derinliği yansıtıyordu.
Seans sona erdiğinde, Banu Alkan yavaşça gözlerini açtı. Kendini bir anda 1996 yılının İstanbul’unda bulmuştu ama zihninde hala Nefertiti’nin güçlü duruşu ve görkemi vardı. Esin Uzeri, ona bu deneyimin kişisel dönüşümüne yol açabileceğini söyledi. Alkan, hayatında bir değişiklik hissediyordu; kendine olan güveni artmış, Nefertiti’nin gücünü içselleştirmişti.
Medya, bu ilginç seansı büyük bir heyecanla takip etti. “Banu Alkan, bir zamanlar Nefertiti miydi?” başlıkları, magazin dergilerinde ve gazetelerde yer aldı. Bu olay, sadece Alkan’ın kariyerini değil, aynı zamanda hipnozun doğası üzerine de tartışmaları beraberinde getirdi. Alkan, artık yalnızca bir sinema yıldızı değil, aynı zamanda bir ruhsal yolculuğun kahramanı olarak anılmaya başlandı.
Bu deneyim, Alkan’a yeni projelerde ilham vermekle kalmadı, aynı zamanda hipnozun ve geçmiş yaşamların gizemini de pekiştirdi. Sanat dünyasında ve toplumda, geçmişin ve bilincin derinliklerinde ne tür sırların saklandığına dair merak uyanmıştı.