Erenköy’de gözümü kestirdiğim bir tekel bayine girdim. Tekelin önünde birkaç kişi vardı. Önce "bir tane bira alabilir miyim" diye sordum. Kasada duran kişi önce beni biraz süzdü. Sonra “alkol satışımız yok” diye cevap verdi. Dedim ki; biraz önce poşet içerisinde verdiniz. Ben böyle deyince de biraz lafı geveleyerek "şey, bizim büfe ruhsatımız var ondan açığız. Normalde tekel bayileri açık olmadığından... Biraz önceki kişi çok eski bir müşterimiz, çok ısrarcı olunca vermek zorunda kaldık" diye savunmaya geçti.Erenköy’de gözümü kestirdiğim bir tekel bayine girdim. Tekelin önünde birkaç kişi vardı. Önce "bir tane bira alabilir miyim" diye sordum. Kasada duran kişi önce beni biraz süzdü. Sonra “alkol satışımız yok” diye cevap verdi. Dedim ki; biraz önce poşet içerisinde verdiniz. Ben böyle deyince de biraz lafı geveleyerek "şey, bizim büfe ruhsatımız var ondan açığız. Normalde tekel bayileri açık olmadığından... Biraz önceki kişi çok eski bir müşterimiz, çok ısrarcı olunca vermek zorunda kaldık" diye savunmaya geçti.

Bizi biz yapan değerlerimiz

Henüz daha öğle olmamış güneş olanca kızgınlığıyla insanın tepesine öyle bir vuruyor ki, sorma gitsin. Aylardır ilk defa Beyoğlu’na gitmek zorunda kalmıştım. Bir konu hakkında bir dostla konuşmamız gerekiyordu. Malum salgın yüzünden ev ve ofis arasından pek de bir yere gidip geldiğim de yoktu.

Şişli’den bindiğim metrodan Taksim’de inmiştim. Metro içerisinde seyrek denilecek kadar az insan vardı. Ben dahil herkesin yüzünde maske, Eskiden sokakta bir maskeli birini gördüğümde üzülürdüm yazık hasta olmuş diye içimden biran önce şifa bulmasını temenni ederdim. Şimdi ise her ne kadar pandemiden dolayı da olsa maskeleri virüs kapmamak ya da para cezası yememek için herkes takıyor. Kimin hasta, kimin hasta olmadığını bilemediğim içinde, kimseye üzülmek zorunda kalmadığım gibi her hangi bir temenni içerisinde bulunmuyor olmam da vicdanen beni rahatlatmıştı.

Taksim meydanına çıkmıştım. Hani şu Cumhuriyetin simgesi olan Taksim Anıtı’nın olduğu yere.

Cumhuriyet Anıtı demişken anıtla ilgili bir iki şey paylaşmadan da geçmek doğru olmaz. 1925’de Halktan toplanan bağışlarla İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’ya yaptırılıp 8 Ağustos 1928’de bu meydana yerleştirilmiş. Anıtın yapımı tam 2 bucuk yıl sürmüş. Roma’da yapılan anıt, İstanbul’a gemiyle getirilmiş.

Anıtın en önemli özelliklerinden biri, buraya yerleştirildikten sonra, yeni Türkiye’nin yeni düzenini ifade eden meydan ve anıt, İstanbul’un sembollerinden ve halkın toplanma alanlarından biri olmuş. Bu esnada birçok tarihi olaylara da şahitlik etmiş. 1 Mayıs 1977 katliamı örneğinde olduğu gibi.

Kurtuluş Savaşı’nın diğer yüzü

84 ton ağırlığında olan anıtın, sadece kaide yüksekliğinin 11 metre olduğu söylenmekte. Taş ve bronz kullanılarak yapılan anıtın dört yüzünde de figüratif anlatımlar bulunmaktadır. İtalyan Mimari sanatının egemen olduğu anıtın bir yüzü Kurtuluş Savaşı’nın diğer yüzü ise Cumhuriyet Türkiye’sini simgelemektedir. Dört yüzünde sivri kemerlerle hareketlendirilen, nişlerin bulunduğu dikdörtgen bir planla yapılmıştır. Nişler içinde yerleştirilen figürler dinamizm ve canlılık hissi vermektedir. Kurtuluş Savaşı’nı simgeleyen yüzde halk, askerler, kumandanlar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte önemli paşalar işlenmişken; Cumhuriyeti simgeleyen yüzde Cumhurbaşkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Atatürk, Meclis üyeleri, halk ve öğrenciler işlenmiştir. Kalan diğer iki cephede ise sancak tutan kahramanlar, savaşa katkılarından dolayı Türk kadınları başarılı bir şekilde anlatılmıştır. Yüzleri peçeli kadınlar Osmanlı kadınını, yüzleri açık kadınlar ise yeni Türkiye’yi ifade etmektedir.

Atatürk’ün arkasında

Aynı zamanda anıtta Atatürk’ün arkasında iki Sovyet generali Mihail Vasilyeviç Frunze ve Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov’da bulunmakta…

Ayrıca heykeltıraş Pietro Canonica, kaidenin iki yan cephesine birer havuz ve çeşme yapmış olsa da buradan hiçbir zaman su akmamış.

Benim olduğum metro tarafından bakınca anıtın arka tarafında kalan, Taksim meydanının simgesi haline gelen çiçekçilerin arkasından yükselen duvarların öbür tarafında tasarımını Şefik Birkiye ve Selim Dalaman’ın yaptığı görkemli cami inşaatı bitmek üzereydi. Böylece diyanet işleri başkanlığı Ayasofya müzesinden sonra simgesel olan meydanlarda bir camii daha kayıtlarına geçirmiş oluyordu…

Hafta sonu olmasına rağmen etrafta kimseler yok denilecek kadar az kişiler dolaşmakta. Onların da çoğunluğu Arap turistler.

Bir de İstiklal’in renkleri, sokak müzisyenleri

İstiklal Caddesi’nde de anıtın etrafında olduğu gibi pek kimseler yok. Tek tük insanlar yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya gelip geçmekteler. Hâlbuki eskiden buralarda insanlar kalabalıktan yürüyemez bir birine çarparak zor zekat yürürlerdi. Bir de İstiklal’in renkleri, sokak müzisyenleri o çok sevdiğim ve keyifle yürüdüğüm İstiklal caddesinde garip bir hava vardı. Sessiz ve sakin… İstiklalin o tarihi eski binaları olmasa İnsan kendini İstiklal caddesinde değil de bir Anadolu şehrinde yürüyor hissediyor.

Baro sisteminden tutun

İstiklal Caddesi’nin sakinliğinin tadını çıkararak yürürken dalıp gitmişim… Buluşma yerini geçtiğimi Odakule’nin önüne geldiğimde anladım. Tekrar geç kaldığım için hızlı adımlarla Galatasaray lisesinin iki üst sokağındaki, çay ocağının önündeki sokağın her iki tarafına konulmuş sehpahaya, her bir sehpahanın yanında 3 iskemle. Sokağın içi püfür püfür esiyor. Arkadaşım beni beklerken çoktan çayını söylemiş, yudumluyordu. Arkadaşımla hoş beş sohbet ettikten sonra son zamanlarda ülkede yaşanan olağanüstü karşı devrimin çoklu Baro sisteminden tutun, Ayasofya müzesinin ibadete açılması ve sosyal medya üzerinden bizi biz yapan değerlerimizin nasıl yozlaştığı konusu üzerine uzun uzun konuştuktan sonra arkadaşıma veda ederek ayrıldım.

Tekrar İstiklal caddesine çıkarak yavaş yavaş Taksim meydanına doğru yürümeye başlamıştım. Birkaç saat önceki güneşin etkisi kalmamış hatta Taksim’den aşağıya doğru hafif güzel bir yel esiyor, mağazalar en yeni ürünlerini vitrinlerine koymuş müşterilerini bekliyordu.

RENGARENK MAĞAZA VİTRİNLERİNE BAKAN YOK

Salgın telaşından mı, parasızlıktan mı bilinmez; rengarenk olan mağazaların vitrinlerine bakan bile yok. Tek tük kafeler’de oturan insanlar var. Bu arada Beyoğlu ilçe binasının önünden geçerken eski CHP Beyoğlu belediye meclis üyesi olan Birsen Derdiyok hanımefendiyi bir arayayım eğer buralardaysa bir kahve içer gündemle ilgili bir iki kulis yaparız diye düşünerek telefonun tuşlarına dokunmaya başladım. Telin bir iki çalmasından sonra telefon açıldı. “Buyur abi nasılsın” diye sordu. “İyiyim kardeşim, Beyoğlu’ndaysan bir kahve içelim” dedim. “Şu an bir vergi mükellefimin yanındayım ama 15 dakika sonra çıkacağım. İstersen Taksim Kazancı Yokuşu’nun başındaki kafede bir kahve içebiliriz abi” dedikten sonra ben kazancı yokuşuna doğru yürümeye başladım. Kazancı Yokuşu belleklerden silinmeyen 1 Mayıs 1977 yılı katliamının olduğu yer.

Yaklaşık 20 dakika sonra bulunduğum kafeye gelen Birsen’i epeydir görmüyordum. Hal hatır sorduktan sonra tabii birazda vergi vs. konuştuk. Birsen aynı zamanda iyi bir mali müşavir. Bir önceki (36.) CHP Kurultayında CHP disiplin kurulu adayı olmuştu. Önümüzdeki günlerde yapılacak olan 37. Olağan Kurultayında da yeniden disiplin kuruluna aday olup olmayacağını sorunca şimdilik düşünmediğini söyledi.

HANGİ STATÜDE OLURSANIZ OLUN LAİK SİSTEME SAHİP ÇIKIN

Ardından “hayrola siyasete mola mı?” diye sordum. “Hayır, hayır siyaset yaşamın kendisi mola filan yok. Siyaset sadece genel merkezde değil hayatın her alanında devam ediyor. Biz kadınların sadece bir parti çatısı altında kalarak değil hayatın tüm yaşam alanlarında siyasetin içerisinde olmamız mecburi oldu artık. Baksanıza son zamanlarda kadınlara yönelik şiddet hemen her geçen gün artarak devam ediyor. Şiddeti uygulayan şu partili, bu partili diye ayırt etmiyor kadınlar olarak bu konuda daha duyarlı ve dayanışma içerisinde olmamız gerektiğini sürekli anlatıyor ve anlatmaya devam ediyoruz” dedikten sonra kahvesini yudumlayarak tekrar anlatmaya başlıyor: “Geçtiğimiz günlerde başta CHP İl Başkanımız Canan Kaftancıoğlu, Berna Laçin, Nevşin Mengü ve Feyza Altun’a sonrasında Kürt siyasetinden kadınlara, Başak Demirtaş’a, daha sonrasında AKP’li Esra Bayraktar ve Semiha Yıldırım’a ve daha burada isimlerini sayamacağım kadar çok kadına sosyal medya üzerinden yapılan çirkin ve ahlak dışı paylaşımlar ürkütücü bir boyuta ulaşmış durumda. Bu paylaşımları bir kadın siyasetçi ve birey olarak kınıyorum. Kınamaya da devam ederek kadınların daha medeni ve çağdaş bir ortamda yaşamaları için Laik düzene, Laik sisteme sıkı sıkıya sarılarak sahip çıkmaları gerektiğine inanmaktayım. Bunun içinde bütün kadınlara çağrım şudur ki, hangi partili olursanız olun, hangi statüde olursanız olun Atatürk’ün öncülüğünde kurulan çağdaş demokratik ilerici cumhuriyete sahip çıkın…” diyor ve ardından ekliyor “İstanbul Sözleşmesi feshedilmemelidir ve her maddesi uygulanmalıdır” diye.

Kahvelerimiz bitmiş, garson bir şeyler ister misiniz diye sorduğunda zaman epey geçmişti. Birsen’e kahve için teşekkür ettikten sonra CHP eski Kağıthane İlçe Başkanı Gökhan Murat Pektaş ile de bir görüşmem olacağını söyleyerek ayrıldım. Ve metroya doğru yürümeye başladım.

+Taksim’den metroya bindikten sonra, Şişli- Mecidiyeköy durağında inerek Gökhan Pektaş’ın Şişli Büyükdere caddesinde bulunan Protez Saç kliniğine uğradım. Pektaş ile de biraz şuradan buradan ve Kağıthane üzerine konuştuktan sonra Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi’nde gördüğüm manzaradan bahsettim. Sonrada Birsen hanımla biraz kadına yönelik şiddet üzerine sohbet ettiğimizi…

İNSAN YUH DEMEKTEN KENDİNİ ALAMIYOR

Pektaş: “Birsen hanımın söylediklerine katılıyorum bütün kadınların makam mevkii, statüsü ne olursa olsun Laik sisteme sahip çıkmaları gerekir çok doğru söylemiş” dedikten sonra “üstadım aslında bu mesele çok önemli bir konu: Kadına yönelik şiddetin önüne geçebilmek için eğitim şart. Eğitimin kadına yönelik şiddeti engelleme ve bilinçlendirme noktasında en önemli araç olduğu kanaatindeyim. Özellikle, kişilerin kimlik kazanımı safhasında ve sonrasında, şiddet ve istismar konusunda bilinçlenmeye yönelik eğitimler verilmesi gerekir. Bunun yanı sıra toplumsal bilinçsizlik kadına yönelik şiddetin en önemli nedenleri arasında. Toplumu bu konuda daha da bilinçlendirmeliyiz. Ama her ne kadar biz böyle düşünsekte, bulunduğumuz her platformlarda sürekli dile getirsekte, iktidardaki kadınlara yönelik anlayış faklı. Üstadım, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı aile ve dini rehberlik bürolarının şiddet gören kadınlara verdiği tavsiyeleri duymuşsundur. Olacak iş mi? Baksana adamlar ne diyor: şiddet gören kadınlara ‘şiddeti kabullenmeyi, hatayı kendinde aramayı ve meseleleri aile içinde çözmeyi’ tavsiye ediyor. Diyanet, resmi kurumlara başvurmayı ise en son yapılacak iş olarak telkin ediyor.” İnsan yuh demekten kendini alamıyor üstat” diyor.

Bir kahve ikram edin.

İnce sıska sekreter elinde tepsiyle iki demli çay getirip çayları sehpanın üzerine bıraktıktan sonra Gökhan’a “Gökhan Bey müşterimiz Ayla Hanım geldi” dedi. Gökhan “bir kahve ikram edin. Sonra da Leyla Hanımdan, Ayla Hanım ile ilgilenmesini rica ettiğimi söyleyin, misafirim var” dedi.

Leyla Hanım Gökhan Beyin eşi. Aslında protez saç işinde uzman olan Leyla Hanımdır. Gökhan Bey ne öğrendiyse eşinden öğrenmiştir.

Gökhan Bey “üstadım gidişat hiç iyi değil” diyerek Baroların durumuna dair kaygılarını anlatmaya başladı: “Çoklu Baro, meslek birliğini bölmek, vatandaşları ‘yandaş baro’ya üye avukatlara yönlendirmek, avukatlar arasına nifak sokmaktan başka bir amaç taşımıyor. Ötesinde barolar birliği başkanını seçme koşullarını da büyükşehirde örgütlü avukatların etkisini ortadan kaldıracak şekilde düzenleyerek Baroların özgül ağırlığını yok etmeye yönelik…” diyerek sistemin sakıncalarına uzun uzun değindikten sonra “bitmiyor üstat bitmiyor hemen her fırsatta Mecliste sayısal çoğunlukları olduğu için bütün kurumlara saldırıyorlar…” diye isyanını dile getirmeye başlamıştı.

”Yahu işlerin nasıl hiç onlardan bahsetmiyorsun” dedim:

“İşi gücü unuttuk üstat, baksana her hafta, her gün yeni yeni şeyler yaşıyoruz” diyerek Ayasofya Müzesi’nin Diyanet’e devredilmesinin sakıncalarından bahsetmeye başladı. “Ayasofya kararı iktidarın, siyaseten düşman olarak gördüğü kesime karşı, zafer kazanma duygusu doğrultusunda alınmış, yanlış bir karardır. Erdoğan, tabanını konsolide edip bir arada tutmak için devamlı olarak bu duyguya ihtiyaç duymuştur. Öyle ki; artık bu duyguya bağımlı bir hale gelmiş durumda, o nedenle ilk Cuma günü değil de Lozan Antlaşmasının yıl dönümü olan 24 Temmuz’da yeni bir zafer gösterisi yapmak istiyor.”diyerek “üstadım” diyor. “Durum öyle sandığımız gibi sadece oy devşirme olayı değil. Durum oy devşirmenin ötesinde bir olay: Ayasofya kararını salt bir konsolidasyon hamlesi olarak görmek de yanlış olabilir. Önemli bir mesele de, altında Mustafa Kemal’in imzasının (dolayısıyla yetki ve sorumluluğunun) olduğu bir kararın iptali söz konusu. Bu iptal teamülen bir emsal oluşturursa, ileride Mustafa Kemal’in tüm inkılâplarına müdahaleye zemin ve olanak sunabilir. Örneğin İş bankasındaki Atatürk hisseleri meselesine yeniden müdahale artık daha kolay zemin bulacaktır. Ve hatta daha uç bir örnek istersen; Yarın çıkıp, bir gecede bizi cahil bırakan Latin harflerinden kurtuluyoruz, kutsal kitabımızın dili olan Arap alfabesine geri dönüyoruz derse ne yapacağız?” diye kaygılarını anlatıyor. Ardından “yok üstat yok. Bunlar Ayasofya kararını Atatürk ve Cumhuriyet ile hesaplaşmaya dönüştürüp de 24 Temmuz ile Lozan göndermesi yapıyor…” diyerek kaygılarını anlattı da anlattı.

BU MİLLET BU KADAR DÜŞÜNCESİZ OLABİLİR Mİ?

Başkan dedim “tamam da halk bu kadar mı düşüncesiz? Bu millet Cumhuriyet’in kazanımları sayesinde kul olmaktan çıkıp kanunlar karşısında eşit hak ve hürriyete sahip birey oldular. Kadınlarımız birçok ülkeden önce seçme ve seçilme hakkına sahip oldular, eğitim hamlesi sayesinde nitelikli bireyler yetiştirildi, dünya ile aynı standartların hedef alındığı modern bir Türkiye inşa edildi. Laik cumhuriyet sayesinde her sosyal ve ekonomik kesimden insanımız eğitim görüp, bürokratik ve siyasi kadrolarda yer alabilme hakkına kavuşarak devletin zirvelerinde görevler aldılar. Merak etmeyin bu millet Atasının kurduğu laik cumhuriyete ilelebet sarılarak kollayacaktır” dedim. Pektaş da “ben de iktidarın cumhuriyete ve değerlerine karşı bunca saldırısına rağmen bende halen umutluyum. Aslında İktidarın bu saldırıları karşısında insanlar olayın ciddiyetinin daha da farkına varmaya başladı. İlk seçimlerde de bu halkın iktidara gereken dersi vereceğine inanıyorum” diyerek temennilerini dile getirdi.

Ali Avcu

aliavcu@toplumsal.com.tr

One thought on “Bir de İstiklal’in renkleri, sokak müzisyenleri”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir