Ankara-Beijing hattında bir süredir sıcak meltemler esiyor. Son bir ayda basın mensuplarından iş insanlarına, akademisyenlerden sivil toplum kuruluşu temsilcilerine kadar Türkiye’den pek çok “etki ajanı” Çin’de ağırlandı. Hedef 21. Yüzyılın Çin’ini yerinde görmek ve kaydettiği ilerlemeyi tespit etmekti. Bu süreci taçlandıran ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Osaka’daki G20 Liderler Zirvesi’nin ardından Beijing’i ziyaret ederek Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping ile bir araya gelmesi oldu.
Temasın odağında hiç kuşkusuz ekonomi yer alıyordu. Böylesi bir kırılgan dönemde Türkiye için hem Çin sermayesinin yatırımlarını ülkeye çekmek hem de ticaret hacmini genişletmek oldukça değerli. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaret öncesinde ve esnasında verdiği mesajlar da yine buna yönelikti. Çin’de yayın yapan Huanqiu Shibao gazetesi için bir makale kaleme alan Cumhurbaşkanı, “Çin ile dış ticaretimizi geliştirerek mevcut seviyesinin önce iki katı olan 50 milyar dolara, sonra 100 milyar dolara çıkarmak hedeflerimiz arasında yer alıyor” diyerek amacın kazan-kazan prensibine dayalı bir ekonomik istikrar iklimi yaratmak olduğunu ifade etti. Yazının merkezine “Modern İpek Yolu projesi” olarak anılan Beijing yönetiminin Kuşak ve Yol inisiyatifi oturtulurken, “İnsanlığın ortak çıkarını gözetecek yeni bir uluslararası sistemin inşası sürecinde Türkiye ve Çin’e tekrar büyük görevler düşmektedir” ifadeleriyle Başkan Xi’nin yeni küresel düzen davetine atıf yapıldı. Açıkça Türkiye, en üst perdeden küresel serbest ticarette kader ortaklığı yapılması çağrısı yapıyordu.
Elbette, davetin Çin nezdinde karşılık bulması adına Türkiye’nin de birtakım atımlar atması gerekli. Beijing’in beklentisi, bir süredir Batı basınının sürekli algı operasyonuna dayalı haberler yaparak karıştırmaya çalıştığı Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi’nde bir sorun olmadığının Türkiye tarafından tam olarak idrak edilmesi. Kuşak ve Yol projesinde önemli bir yere sahip olan ve stratejik güzergâhın geçiş hattında yer alan bölgede terörün yeniden canlanması, Beijing’in planlarını bozabilir. Bu nedenle Çin yönetimi, bir süredir Xinjiang’a ilişkin Atlantik merkezli odakların çalışmalarını boşa düşürecek tanıtım faaliyetleri yürütüyor. Çabaların henüz amacına ulaştığını söylemek zor ancak Ankara’nın vaziyetin farkında olduğunu belirtmek mümkün. Türkiye, Xinjiang’da olan biten her şeyi “Çin’in iç meselesi” olarak görüyor ve geçmişte yaşanan yol kazalarını arkada bırakarak yeni bir sayfa açmak istiyor. Bunun ipuçları yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beijing’de sarf ettiği sözde gizli: “Tek Çin politikası Türkiye için stratejik önemdedir.” Tek Çin politikasına yapılan vurguyu Çin devlet televizyonunun “Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşme sırasında Cumhurbaşkanı Xi’ye ‘Xinjiang’lılar refah içinde mutlu’ dedi” haberi izlerken, Ankara’nın küresel kışkırtma karşısındaki pozisyonu bir kez daha pekiştirildi. Türkiye, Çin’in kırmızı çizgisini anladığı mesajını muhataplarına net bir şekilde iletti.
Kuşkusuz, Beijing hükümeti, geçmişten aldığı dersler ve asırlık diplomatik deneyimi ışığında sürece temkinli yaklaşıyor. Fakat bir nokta gözden kaçırılmamalı ki bugün ne Türkiye klâsik bir NATO üyesi ne de Çin eskisi gibi çağa ayak uydurmaya çalışan bir ülke. Taraflardan biri Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemleri nedeniyle ABD’nin tehditlerine maruz kalırken, diğeriyse ticaret savaşlarında Trump yönetiminin saldırılarına göğüs germeye çalışıyor. Atlantik İttifakı hedef aldıkça, her iki ülke birbirine daha da yaklaşarak, ortaklık zemini buluyor. Hiç şüphe yok ki bu ortaklıktan Çin ve Türk halkı kârlı çıkacak.
HABER GAMZE DÜRMEZ