Aile içi şiddetin çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri saymakla bitmiyor, şiddet hastalıktır. Şiddete tanık olan kız çocuklarında aile içi şiddet ve ayrımcılıkla birlikte sinsi bir utanç duygusu yerleşir, kurban rolü benimser.
Aile içi şiddette sadece fiziksel baskının değil, duygusal, sosyal ya da ekonomik müdahalenin bulunduğunda aile içi şiddetin, dayak yiyen, sömürülen, utanca boğulan, korkuyla sinen yetişkinler ve çocuklar.
Aile içi şiddet, yaşadığı korku ve utanç nedeniyle şiddetin her türlüsünü sineye çeken kadınlar. Anneleri veya başka yakınları gözlerinin önünde katledilen çocuklar.
Bu açıdan aile içi şiddeti ‘kadına yönelik şiddet’ veya ‘erkek şiddeti’ gibi cinsiyetçi tanımların içine yerleştirmek, bu vahim meselenin dar kalıplar içinde çözümlenmeye çalışılması riskini beraberinde getirir.
GEÇMİŞİN MAGDURLARI BUGÜNÜN SUÇLULARIDIR.
Şiddetin hastalık misali kolayca bulaşan hastalıktır. Aile bireyleri arasında hızla yetişme çağındakiler, oluşmaktadır“İster yetişkin ister çocuk olsun şiddete maruz kalan insan yani ‘mağdur’, gün gelir şiddetin suçlusu olurlar. Kimin gücü kime yeterse sistemiyle mağdur ve zalim kolayca birbirine karışır. Klasik örnekte olduğu gibi erkek kadına, kadın çocuğuna, çocuk kardeşine, okuldaki arkadaşına, hiç kimseyi bulamazsa sokaktaki hayvana şiddet uygular. Aile içinde şiddetin yaşandığı evlerde, bu çarpık sistem içinde ister kız ister erkek olsun çocukların ya doğrudan ya da tanık olarak maruz kalmasıdır,
CİNSİYETLER ARASINDAKİ DURUMLAR
“Aile içi şiddet çocuğundan, yaşlısına, doğulusundan batılısına, köylüsünden kentlisine, dar gelirlisinden varlıklısına, okuma yazması olmayanından üst düzey eğitimlisine, sosyal, ekonomik, kültürel farklılıkları içeren tüm koşullarda yaşanıyor. Bu yüzden aile içi şiddet çok boyutlu toplumsal bir sorun. Durmaksızın kanayan bir toplumsal yara. Aile içi şiddet vakalarında ilk sırayı fiziksel şiddet alırken bunu duygusal ve sırasıyla ekonomik ya da cinsel şiddet ilk sıralardadır
‘KİŞİLİK GELİŞİMİ HASARA UĞRUYOR’
Davranış bozuklukları olan çocukların ilişkileri kurarken gerginlik ve çatışma yüklü olduğunu söyleyen Tumba, “Zira çocuk ruhsal sıkıntısını, yaşadığı utancı ve öfkeyi çevresine yansıtır. Duygusal semptomları yoğun çocuklar ilişkilerinde güvensiz ve çekingen tutum sergiler. Bu tür çocuklarda hırçınlık, kavgacılık, geçimsizlik, okuldan kaçma, kural ihlal etme, otoriteyle çatışma, altını ıslatma, yalan söyleme, suça yönelik davranışlar, organik nedeni olmayan büyüme gecikmeleri, korkular, kaygılar, takıntılar, uyku sorunları, yetersizlik, değersizlik duyguları, parmak emme, uyum sorunları, alınganlık, kendine zarar vermeye yönelik davranışlar, intihar düşünceleri ve girişimleri görülebilir. Kişilik gelişimi açısından kritik dönemlerde aile içi şiddetin mağduru ya da tanığı olmak gelişen kişilik yapısını derinden etkiler, onarılması güç veya imkansız hasarlar oluşturabilir” dedi.

‘BAĞIMLI VE SALDRIGAN BİR NESİL’
Tumba, kız ve erkek çocukların ebeveynleriyle özdeşim kurdukları için aile içi şiddetten etkilenme biçimlerinin de farklı olduğuna dikkati çekerek şu değerlendirmede bulundu: “Kız çocukta aile içi şiddet ve ayrımcılıkla birlikte sinsi bir utanç duygusu yerleşir. Maruz kalınan haksız muamele, söylenen küçük düşürücü, onur kırıcı sözler, gereksiz baskılar, aile şerefinin taşıyıcısı rolü ile bu utancı beslediği için kız çocuk kendisini değersiz ve yetersiz hisseder. Utanç ve eşlik eden korku öğrenilmiş çaresizlikle sonuçlanır. Kurban rolünü giderek benimser, ileri ki yaşamında içinde şiddeti barındıran ilişkilerin içinde olma ihtimali artar. Genellikle anne kurban, baba saldırgan olduğu için kız çocukta erkeklere karşı öfke oluşur. İfade edilemeyen ve bastırılan bu öfke sonucunda ise edilgen, bağımlı, kendine yetmeyen, özgüvenden yoksun, sürekli diğerlerine ihtiyaç duyan çekingen bir kişilik yapısı biçimlenmeye başlar. Gelişim sürecindeki erkek çocuk ise bu dönemde hayatına şiddeti yerleştirmiş bir erkek modeliyle özdeşim kurar ve şiddet yolundan yürümeye başlar. Bu yolun bir diğer kaçınılmaz sonucu, kadınların değersiz, önemsiz olduğuna dair duygu ve düşüncelere sahip olmaktır” şeklinde konuştu.
‘KAYBEDENLER ORDUSU’
Çocukların en temel hakkı olan aile kavramından yoksun bırakıldığına işaret eden Tumba, sözlerini şöyle tamamladı: “Güvenli, düzenli, sevgi ve bağlılıkla temellenen, zihinsel, duygusal, bedensel ihtiyaçlarını karşılayan bir aile ortamından yoksun bırakılan çocukların yaşadıkları boşluklar kolayca doldurulamayabilir. Gelecek yıllarda toplumda ‘kaybedecek hiçbir şeyi olmayan’ yetişkinler ordusu oluşabilir. Aile ortamı, içinde hem hayatın hem de insan ilişkilerinin sergilendiği sahneye benzer. Çocuklar ise ön koltuklarda oturup olup biten her şeyi izler. İçinde şiddetin kol gezdiği ailelerde çocuklar kavgayı, hakareti, saldırganlığı, hak ihlalini önce öğrenir sonra uygular. Hem ruh sağlığının hem de ruhsal hastalıkların temeli, bebeklik döneminden itibaren atılır.”