Devletin Gölgesinde Bir Tercih: Eşcinsellik ve Askerlik
Türkiye’de askerlik, bir erkek için sadece bir görev değil, aynı zamanda toplumsal bir sınav. Toplumun “erkeklik” tanımıyla şekillenen bu süreç, kimi için vatan borcu, kimi için ise bir dayatma. Peki, eşcinsel bireyler, cinsel yönelimleri nedeniyle askerlikten muaf olmayı seçtiğinde, devlete nasıl bakıyor? Bu soruya tek bir cevap vermek imkânsız, çünkü her bireyin hikâyesi, devletin soğuk koridorlarında farklı bir yankı buluyor.
Askerlik muafiyet süreci, eşcinsel bireyler için çoğu zaman bir yara. Devlet, bir yandan “her Türk asker doğar” derken, diğer yandan eşcinselliği “hastalık” ya da “uygunsuzluk” gibi damgalarla etiketleyebiliyor. Psikiyatri odalarında geçen saatler, kimi zaman aşağılayıcı sorular, kimi zaman da “kanıt” talep eden bakışlar… Bu süreçte, bir insan olarak görülmek yerine, bir “sorun” olarak tanımlanmak mümkün. Mesela, bir arkadaşım anlatmıştı: Askeri hastanede, doktorun “Senin gibi olanlar burada ne yapar?” sorusu, onun devlete olan güvenini bir anda sarsmış. O an, devlet onun gözünde, kendisini anlamayan, hatta dışlayan bir makineye dönüşmüş.
Ama herkesin hikâyesi böyle değil. Bazı eşcinsel bireyler, askerlik sürecinde saygı gördüğünü, hatta kendi sınırlarını çizerek bu görevi tamamladığını söylüyor. Bir başka tanıdığım, “Askerlikte kendimi gizlemedim, ama kimse de bana karışmadı,” demişti. Onun için devlet, sadece bir sistemdi; ne düşman, ne dost. Bu farklı deneyimler, devlete bakışın ne kadar kişisel olduğunu gösteriyor.
Yine de, genelleme yapacak olursak, eşcinsel bireylerin devlete bakışı çoğu zaman güvensizlikle şekilleniyor. Türkiye’de eşcinsellik, hâlâ yasalarda bir hak olarak tanınmıyor. Eşcinsel evlilik, medeni birliktelik gibi konular hayal bile değil. Üstüne, askerlikten muaf olanların “çürük raporu” alması, devlet kurumlarında iş bulma şansını elinden alabiliyor. Bu, devletin seni bir vatandaş olarak değil, bir “eksik” olarak gördüğü hissi yaratıyor. Toplumun homofobik damarları da bu algıyı körüklüyor. Mesela, bir dönem bir bakanın eşcinselliği “hastalık” diye nitelemesi, devletin en tepesinden gelen bir mesaj gibi yankılanmıştı.
Bazıları için ise bu mesele, sadece askerlik değil, devletin tüm politikalarına bir başkaldırı. Vicdani retçiler arasında eşcinsel bireyler de var. Onlar, zorunlu askerliği bir baskı aracı olarak görüyor ve devleti, bireysel özgürlükleri kısıtlayan bir güç olarak tanımlıyor. Bu kişiler için devlet, ne bir koruyucu ne de bir otorite; sadece bir engel.
Peki, tüm bu hikâyeler bize ne söylüyor? Eşcinsel bireylerin devlete bakışı, devletin onlara nasıl baktığıyla şekilleniyor. Eğer devlet, bir insanı cinsel yönelimi yüzünden yargılıyor, dışlıyor ya da aşağılıyorsa, o insanın devlete güvenmesi mümkün mü? Ama bazen, bir doktorun merhametli bir bakışı, bir komutanın adil bir yaklaşımı, bu algıyı değiştirebiliyor. Belki de mesele, devletin soğuk duvarları değil, o duvarların ardındaki insanların tutumu.
Sonuçta, bu ülkede eşcinsel olmak, devletin gözünde hâlâ bir “farklılık”. Ve bu farklılık, kimi zaman bir yük, kimi zaman bir özgürlük. Devlete nasıl bakıldığı ise, o yükün ağırlığına ya da özgürlüğün tadına bağlı.
GÜNCEL
23 Eylül 2025